12 Aralık 2015 Cumartesi

12.12.15


     "Kasvetin bir düşman misali boğazına çöktüğü bir cumartesi sabahına uyanmıştı genç. Arınmayı bekleyen ruhuyla, tırnaklarıyla ve saç telleriyle günün boğuculuğunun üstesinden gelmeye çalışıyordu. Karanlığı da kendisiyle birlikte peşinden sürüklercesine, kaldığı hiçbir oda güneş ışınlarını içeri almıyordu. Ampul yakılmaya mecbur odalarda çaresizliğin birinden diğerine sürüklenirken, bakalım hangi çaresizlik onu sokaklardan alıp yorgan altında geçirilen ve böyle soluksuz, renksiz süregiden günlere götürecekti?"
     Evet şu an sadece sıkıcı bir kitaptan alıntı yapmış olduğumu söylemeyi dilerdim. Ama yine kendi ruhsal çöküntümden bahsederek sizi şaşırtmıyorum. Dışarıdaki gerçekçi aydınlığa karşı perdeleri sıkı sıkı kapatıp odanın -hiç de inandırıcı olmayan- bembeyaz ışığına mahkum edildiğimden beri başımda tanımlanamayan bir cisim -ya da ağrı diyelim, klişe olsun- var.  Şu an "Odalarda Işıksızım" diyebilmeyi gerçekten çok isterdim. Gönlümün Rus Efendisi -o sizin bildiğiniz ruslardan değil- Evgeny gibi ben de her daim "dark is better" diye düşünüp fazla ışıltılı, pırıltılı ortamlardan da insanlardan da köşe bucak kaçarım. Ruhumuz çekingen, n'apalım? İnsanları zaman zaman "Az içine kapan be kardeşim" şeklinde eleştirmişliğim de ömrümün kayıtlarında mevcuttur. 
    Hayatta hiçbir şeyin tek bir şekilde tanımlanamayacağı fikrine kapıldım bu sıralar. Hemen hemen her şeyin bir istisnası mevcut ve sanırım istisnalar gözlerimizi boyamaktan başka bir işe yaramıyorlar. Bulutlu havayla bu karamsar yaklaşımım harika bir kombin oluşturdu ve ben başka bir şey giyemez oldum! Hep duygularımın, hissettiklerimin beni iki ayrı uçlarda da etkileyebildiğine inandım. Ve bu durumu kontrol ederek kötü şeylerin bile beni geliştireceği bir yolu olduğuna inandım. For example: Stresin beni tetiklediğini, harekete geçirdiğini ve çok zamanda yapamadığım işi az zamanda ivedilikle yapmamı sağladığını düşünüyordum. Şimdi üzüntüyle anlıyorum ki o duygu -ya da davranış- stres değil de tembellikmiş. Yani tembellikten geciktirdiğim bir işi yumurta kapıya dayanınca kolaylıkla yapabiliyormuşum çünkü iş başından beri kolaymış! Bu farkındalıkla birlikte bir iskemleye çöktüm kaldım. O iskemleden de düşmem yakındır. 
    Bunu farketmemi sağlayan şeyse şu an gerçek bir stresle başbaşa olmamdır. Biraz çevrenin biraz da benim sayemde gözümde devleşen bir sorumluluğun altından kalkmakta gerçekten zorlanıyorum. Ve başaramama korkusu strese; stres karın ağrılarına; karın ağrılarıysa prospektüsünü bile okumadığım tavsiye ilaçlar içmeme sebep oluyor. Allah'tan ilaçlar işe yarıyor!
    Hadi bunu da aşarız da asıl sorun ne biliyor musunuz?  Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda değil, metroda evimin yolunu tutmuş olacağım. Ve bu sırada evlenilesi tarihlerden biri daha geçiyor olacak! Bence herkes sevdiğini alıp nikah dairesine koşmalı. Bakın bu tarihlerden gerçekten çok az kaldı. Bunların kıymetini bilelim. Bir ilahiyatçı atasözü der ki: "KIZLAR, YÜKSEK LİSANSTAN ÖNCE EVLENİN, YOKSA EVDE KALIRSINIZ."