5 Mart 2016 Cumartesi

Beytullah'ın Gölgesinde II

          Muhammed'ül Emin'in çok sevdiği memleketinde en son, Mescid-i Haram'ı haylaz çığlıklarıyla, oyunlarıyla dolduran meleklerden bahsetmiştim. Aşağıdaki resim de tam olarak hangi ülkeden geldiklerini bilemediğim büyük bir çocuk grubuna ait. Tavaf sırasında başlarında hocalarıyla, Esma'ül Hüsna'yı seslerinin olanca yüksekliğiyle okuyorlardı. Tavaftaki herkes de tebessümle ve maşallah'larla onları izliyorlardı. Bu ihramlı, küçük müslümanlara birer maşallah da bizden olsun.



         Bizim için orada kendi umremizi yapmaktan daha önemli bir şey varsa o da kuşkusuz babaanneme umresini yaptırabilmekti. Hem yaşlılığın verdiği yorgunluk hem de yoğun kalabalık nedeniyle babaannemi mümkün olduğunca tekerlekli sandalyeyle dolaştırdık ve ibadetlerini de bu şekilde yaptırdık. O kalabalıkta tekerlekli sandalyeyle yol almak zor olsa da -çok şükür ki- kimsenin ayağını ezmeden görevimizi tamamladık. İnanın bana, bu hayli zor kazanılan bir başarıydı! Bu sırada çok güzel bir dil de keşfettik: Jest ve mimikler! Tekerlekli sandalyeyi sürerken zorlandığım her yokuşta birisi gelip itiraza zaman bırakmadan kurtardı beni o durumdan. Bu bazen kendi milletimden birisi oldu bazen de hiç dilini bilemediğim birisi oldu. İşte bu anlarda mahcup bir tebessüme "Allah razı olsun" anlamı katmayı başardık. Ne zaman bir abi gelip elimden sandalyeyi kapsa yahut saflar arasında birisi bazen termosuyla sıcak çay bazen de hurma dağıtmaya kalksa ve yahut ellerine güçlükle üç dört bardak zemzem almış biri tavaf yapanlara onu dağıtıyor olsa "işte.." dedim. İşte benim güzel dinim, benim kardeşlerim, abilerim.. 
      Orada kimsenin ismi yahut sıfatı yok. Herkese yalnızca "kardeşim" diye sesleniyorsunuz. Hayatınızda ilk defa gördüğünüz bir Arap'a ilk hitabınız "akhi" oluyor ve bir daha ismini sorma ihtiyacı hissetmiyorsunuz. Çünkü kardeşliğin kuralıdır bu; eğer ortada kardeşlik müessesesi varsa artık geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktur. Belki de içime dolup dolup taşan güven hissinin bir müsebbibi de budur; orada kimsenin yabancı olmayışı. Bazen bir ömrü beraber geçirdiğimiz kişilerin bize ne kadar da yabancı olduklarını farkedebildiğimiz zamane dünyasında bu, keyfi çıkarılması gereken bir histi kuşkusuz.
      Benim çok dikkatimi çeken başka bir şey daha oldu. Eh, her muhtaç durumda olan yaşlının ya da hastanın yanında bizim gibi gençler yoktu. Bu da yeni bir iş kolunun -bu tanım doğru mu, emin değilim- oluşmasına sebep olmuş. Aşağıdaki resimde göreceğiniz bu yeşil yelekli abiler Mescid-i Haram'ın için de sandalyelerine oturmuş, taliplerini bekliyorlar. Sandalyelerin taliplerini elbette :).. 40-50 riyal kadar bir ücrete de tavafınızı veya sa'yınızı yaptırıyorlar. Ama bunu yaparken bizim kadar insaflı davranmayıp biraz can yaktıklarını söyleyebilirim. Sonuçta bir başka talip için acele etmek durumundalar. Ufak çaplı bir araştırma sonucu öğrendiğimiz kadarıyla hac zamanı, bu 40-50 riyallik ücret 400-500 riyallere kadar çıkabiliyormuş. Bu sektör bizi epey şaşırttı. 
    Tüm bunların dışında bir de hakiki iman gücüne tanık olduk. Tavafımızı bitirip Beytullah'ı gören bir yerde konumumuzu almış, bir şiir gibi dinlemeye başlamışız ezan-ı şerifi. Tavafını henüz bitirmeyenler namaz başlamadan bitirebilmek amacıyla koşar adımlarla geçiyorlar önümüzden. Biz de fonda Kabe'yle bu güzel manzarayı izliyoruz. O sırada önümüzden bir ak sakallı dede geçti ki sormayın gitsin. Hem koşar adımlarla ilerliyor hem de var gücüyle eşinin oturduğu tekerlekli sandalyeyi itiyor. O an yorgunluktan üflemelerimiz yapıştı yakamıza bizden hesap sormak için. İman, gençlikte-kuvvette değil de aşkla kavrulan bir kalpteymiş meğer. Dünya gözüyle onu da görmek nasip oldu. 
   Bu utanç bize kalsın, şimdi gelelim susuzluktan kuruyan boğazımızla beraber nefsimizi de temizlemesini umduğumuz zemzem'e. Mescid-i Haram'da adım başı rastlayabilirsiniz zemzem çeşmelerine. Evde kıbleye dönmek yerine karşınızda bütün ihtişamıyla dikilen Kabe'ye dönüp de zemzem yudumlamanın lezzetini ne ben size anlatabilirim ne de siz anlayabilirsiniz. İçtiğiniz her yudumda biraz daha arındığını hissedersiniz çamura batmış nefsinizin. Kimi zaman kuyruklar oluşuyor bu şifa çeşmesinden yararlanabilmek için. Hatta yararlanma işini abartıp beş kiloluk şişeleri dolduranları da görebilirsiniz :)
     Ne kadar kısa kesmeye çabalasam da bu Rahmet Şehrini anlatmaya doyamayacağım. Bu nedenle bu yazı, hiç bitmeyecek bir hikayenin ikinci partı olsun, devamı için beklemede kalın.. :)