28 Şubat 2017 Salı

Cep Yakan Hayallerimiz

 Bir yandan ne desem bilemiyorum, diğer yandan nereden başlayacağımı bilemiyorum. Günler çok çabuk geçiyor ve benim sadece 24 saat süren günlerden alacağım var. Bir yandan boş boş oturmaktan sıkılıyorum, diğer yandan sevdiğim şeyleri yapmaya vakit bulamıyorum. Bu çelişkiler içinde geçiyor ömrüm de.
 Masam karışık, çantam karışık, kafam karışık. Masamı toparlamam uzun sürmüyor ama kafamın karışıklığının içinden çıkmak kendimle girdiğim bir dizi tartışmayı da beraberinde getiriyor. Böyle olunca da o 24 saati bir türlü kendime yetiremiyorum. Her şey gibi vaktimi de verimli kullanamıyorum. "Kaliteli zaman geçirmek"ten anladığım şey ise, karanlık bir odada uzanıp sokaktan gelen siren sesleri eşliğinde hayal kurmak. Bu zamana kadar  hiç düşünmeden kurduğum "hayaller bedava be" cümlesi artık aklımdan çıkmayan bir soru. Sizce gerçekten hayaller bedavaya mı geliyor? Sizi şu andan çekip götüren, kimi zaman umuda kimi zaman ümitsizliğe sevkeden, önünüzde takılacağınız engelleri bir an için görünmez kılan ama düşmenize de engel olamayan hayallerin bir bedeli yok mu? Var elbette. En azından benim hayallerimin bir bedeli var, gerçekleşseler de gerçekleşmeseler de.
 Hayallerin, şimdi'yi yaşamamıza engel bir tarafı var ve bu çok rahatsız edici olabiliyor kişi için. Benim durumumda ise birbirini götüren iki hayalim var ve ikisinin birlik olduğu tek nokta şu anımı, bu günümü yaşanmaz hale getirmeleri. Gençliğimin en güzel zamanlarında adına "hayal" dediğimiz ve çok güzel çağrışımlar yaptıran bir şey beni bu kadar bunaltmamalıydı. Ya da hayallerimi gerçekleştirmekte önümde benden bağımsız bu kadar çok  etken olmamalıydı.
  Daha önce de söylemiştim, dünyaya bir kere geliyoruz. Her şeyi geçtim ama mutlaka sevdiğimiz yerde yaşamalıyız. Bu yer benim için İstanbul oluyor. Daha da özelleştirirsek Üsküdar. Evet evet, her İstanbullu genç kızın tutulduğu şeye sonunda ben de tutuldum: Üsküdar. Üsküdar sahilinin Kız Kulesi'ne giden yönünü sıkıcı bulsam da Çengelköy'e uzanan kısmının sarhoş edici güzellikte olduğunu düşünüyorum. Ki bu illetten dolayı sahilin o kısmının haram olduğunu bile söyleyebilirim. İşte şimdi hakkımda "sapık ilahiyatçı" dedikoduları çıkarabilirsiniz, hakkınızdır.


 Yaklaşık bir ay öncesine kadar en sevdiğim semti sorsanız mutlaka Fatih derdim. Ama neredeyse dört yıldır bir ayağım Fatih'te olarak yaşıyorum. Bu beni elbette bıktırmadı ama denize biraz uzak buluyorum Fatih'i. Hem Eminönü sahiliyle Üsküdar sahilini gerçekten kıyaslamalı mıyız? Bence bu Üsküdar'a büyük ayıp olurdu. Kanaatimce, Fatih yaşanacak yer değil, okunacak yerdi. Onu da yapıyorum elhamdülillah. Nasıl ki üniversite tercihi yaparken Marmara Üniversitesini sırf konumu yüzünden bir an bile aklımdan geçirmediysem, yaşamak için de Üsküdar'dan başka bir yeri düşünemez oldum. Şöyle beni kolayca denize indirebilecek bir otobüs durağının yakınlarında otursam fena olmaz. Ha ama gelecekteki eşim de ben de kadroya geçip sırtımızı devlete yaslamışsak belki direk denize inen bir sokakta oturabiliriz. Ki ben buna ancak mucize der, yatıp kalkıp şükrederim. 
 "Allah seni insan olarak değil de bir hayvan olarak yaratacak olsaydı, hangi hayvan olmak isterdin?" diye bir soru sorsanız bana -normal şartlarda kimse kimseye böyle bir soru sormaz ama sizi de kendim gibi hayalperest varsayalım- muhakkak balık derdim. Çünkü denizde de nefes alabildiğime inanıyorum içten içe. Denize girmeyi bırakın, bakmak bile nefes almanın bir çeşidi benim için. Hal böyleyken denizden yoksun bir semtte ya da şehirde yaşamam mümkün mü sizce? No no no... İşte benim başkalarında gördüğümde çok klişe bulup -istemeden- kınadığım ve muhtemelen bu yüzden başıma gelen Üsküdar sevdama sebep bu olabilir. Ya da son zamanlarda içimde Üsküdar'la ilgili bambaşka köprüler kuruluyordur da ben bu tarz mühendislik işlerden anlamıyorumdur.  
 Arkadaşlarımla da ailemle de keyifli vakitler geçirmeyi çok sevsem de bazı vakitleri kendime ayırma ihtiyacı duyuyorum. Kendimle başbaşa kalmak, bir şeyleri çözümlemek, kendi kendime konuşmak veya sadece susmak bile kendimi çok iyi hissettiriyor. Yani içe kapanık bir yanım olduğunu itiraf ediyorum. Bazen çok düşünceli olduğum anları ya da çok üzülüp çok ağladığım anları sadece kendime saklıyorum. Çünkü bu benim meselem ve ben bunu sadece kendimle çözebilirim. Yani bu dostundan ya da kardeşinden derdini gizlemek değil de derdinle bir olmak, hemhal olmak gibi. Heeer şeyimizi çılgınca bir paylaşma merakında olduğumuz şu yıllarda, kendime bir şeyler saklamayı önemsiyorum. Hani filmlerde esas kızın/oğlanın üzüldüğünde ya da sinirlendiğinde hep gittiği bir "yeri" olur ya, onu en iyi tanıyan kişinin aklına ilk o yer gelir onu bulmak için. İşte ben de bu kadar çok sevdiğim şehirde bir "yerim" olsun istiyorum. Ama kimse bulamasın orada beni. Arkadaşlarım arasında "onu nerede bulacağımı biliyorum, benimle gelin" gibi cümleler geçmesin. 
 İşte ben şimdi o "yer"i arıyorum köşe bucak. Beni herkesten saklayıp kendimi bulduracak yeri. Kendi Hira'mı arıyorum. Efendimiz'in Hira'sı kadar meşakkatli olamasa da hiçbir yer, yine de varması beni yorsun ve en derin nefesleri aldırsın istiyorum. Beni insanlardan uzaklaştıracak, Rabb'ime de bir o kadar yaklaştıracak Hira'mı arıyorum. Herkesin, sonunda Allah'ın rızasını kazandıracak yokuşlar çıkması duasıyla.. Beni unutmayın!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder