16 Temmuz 2017 Pazar

Bir Emanet Canımız

     Küçükken nasıl ölmem gerektiğiyle ilgili bir sürü fikir üretirdim. Mesela annemle babam benden önce ölmesin diye düşünürdüm. Yoksa çok üzülürdüm. Ama ben onlardan önce ölürsem de onlar çok üzülürdü. Onları üzmeden ölmenin bir yolunu bulmalıydım. Mesela ailece hep birlikte bir trafik kazasında ölebiliriz diye düşünürdüm. Hemen ardından da "böylesi de çok trajik, aile dostlarımız çok üzülür" diyordum içimden. O kadar kafa patlatıp yine de kimseyi üzmeden ölmenin bir yolunu bulamazdım. "Bulamazdım" diyorum çünkü artık buldum. Kimseyi üzmeden hatta bizzat ölüm şeklimin onlara teselli olacağı tek bir şey var: Şehadet
   Nice zaman bu cevabı arayıp durmuşum. Şimdi bu cevabı Abdullah Tayyip'ten öğrendim. Yasin Naci'den öğrendim. Engin'den öğrendim. Halil İbrahim'den öğrendim. Mustafa'dan öğrendim. Benimle yaşıt ya da benden de küçüktü onlar. Bir ölüm bıraktılar ki geride, ulaştığı mertebeyle teselli buluyorsun. Şehit ailelerinin gösterdiği metaneti ve sabrı başka bir şekilde açıklayamıyorum. Onların 16 yaşında ulaştığı hakikate ben daha yeni ulaşıyorum. Rabbimin bana emanet ettiği tek bir canım var. Ve elbet bir gün öleceğim. Ne zaman, kaç yaşında ölürsem öleyim mutlaka ardımda pişmanlıklarım da yapmak istediklerim de gözü yaşlı ailem de olacak. Hiçbir ölüm bunları değiştiremeyecekken neden şehit düşmeyeyim? Camideki on yaşındaki kız öğrencim "Hocam ben asker olup şehit olmak istiyorum, hem ne güzel direk cennete gidiyoruz, asker olucam insansız hava aracı kullanıcam, şehit olmak istiyorum" diyor. 15 Temmuz gecesinde şu on yaşındaki çocuk kadar olamayışımın pişmanlığını nasıl anlatayım size? Anne-babam o gece şehir dışında diye evin abisi kesilip "aman kimse bir yere çıkmasın, annem babam da yok başımızda" demiştim. Şehit olmak için babanın izni değil Allah'ın izni gerekiyordu, düşünemedim. Şimdiyse kendimi her şeye geç kalmış hissediyorum. Fırsatı kaçırdım diye kafamı duvarlara vurasım geliyor. O öğrencim "askerlik yapsam ama yaşlanıp normal ölsem de şehit olur muyum" diye sorduğunda "eğer şehit olmayı bu kadar çok istersen, asker olmasan da Allah sana şehit sevabı verebilir" demiştim. Şimdi bu verdiğim cevap bana da teselli olur mu acaba? Allahualem..


   İki gündür anma programları yapılıyor. Dün sabah erkenden "bugün mutlaka bir meydanda olmam lazım" diye düşünmeye başlamıştım. Köprüye gitmek üzere evden çıkarken de "geç kaldım köprüye gitmek için, o gece gitmeliydim oraya" diye koca bir pişmanlık yerleşmişti göğsüme. Kendi kendime "benim bu günü bir kuytu köşede kendi başıma anmam gerekiyor, kalabalığın içinde rahatça ağlayamam bile" diye  söyleniyordum. Yine de gitmeden yapamayacaktım. En nihayetinde karıştım kalabalığın arasına Şehitler Köprüsünde. Dev boyutlarda bir Türk bayrağı geçirdi gençler kafamın üzerinden. Birkaç saniyeliğine şehitlerin kanıyla boyanmış al bayrağın altında gölgelendim. Bizi yaşatmak için canını verenlerin gölgesinde.. Anlatacağım şeyler vardı ama şimdi ne konuşsam laf kalabalığı gibi geliyor. Onlar giderken kimseye söylenecek bir söz bırakmadılar. Son nefeslerini verirken de bu nefesi verirken getirdikleri kelime-i şehadetle de yapılacak da söylenecek de hiçbir şey bırakmadılar. 16 yaşında babasının peşine takılıp şehit düşen Abdullah Tayyip'i düşününce bu alıp verdiğim nefesin hakkını vermem lazım diyorum. Bundan sonraki süreçte de bu nefesin hakkı nasıl verilir, onu düşüneceğim. Selametle..