2 Kasım 2017 Perşembe

BAYRAM ZİLLERİ

   Dün gece erken yatmakla doğru kararı vermişti. Bunun huzuru içinde yatakta bir o yana bir bu yana döndü. Tatlı bir mahmurluk içinde gözlerini araladı. Güneş gözlerini kamaştıracak kadar doğmamıştı henüz.
   Mutfaktan gelen tabak çanak seslerini dinledi bir süre. Kahvaltılıklar bir bir tepsiye diziliyor, kişi sayısına göre çatal bıçaklar sayılıyor ve hoop tepsiye bırakıldılar hafif yüksekten. Ne kadar gürültü yaparlarsa yapsınlar annesi çağırmaya gelmeden yataktan çıkmaya niyeti yoktu. Bu kadar huzur içeren anlardan pek fazla olmuyordu hayatta ve her saniyesini değerlendirmeliydi.  Komodinin üzerindeki telefonuna uzanıp saate baktı. Bayram namazı bitmek üzereydi. Kendiliğinden kalkıp işlere girişmenin annesine hoş bir kıyak olabileceğini düşünüp yataktan fırladı. Akşamdan ütüleyip ranzanın bir kenarına astığı elbisesine bakınca kaç yaşında olursa olsun, bayramlık almaktan vazgeçmediği için sevindi. Hatrı sayılır bir iyilik hali gerektiriyordu yirmili yaşlarında bayramlık almak. Şunun şurasında dünyanın karamsarlığa gömüp üzerine toprak atmadığı kaç kişi kalmıştı?
   Elini yüzünü yıkadıktan sonra hazırlanmaya başladı. Mutfaktaki böreklerle, sarmalarla, kızartmalarla dolu tepsiyi kucakladığı sırada Barış Manço'nun "Bu gün bayram" şarkısını mırıldanmaya başlamıştı. Üst kattaki büyük masayı kahvaltı için hazırlarken ilk zil sesi duyuldu. Diafondan, biriktirilecek daha çok kıymetli anlar olduğunun habercisi o ses "Aç kızım" dedi. Daha asansör kapısının önünde sıraya girmiş üç kız kardeş, el öpüp harçlıklarını alır almaz üst kata koşturdular. O an kendilerini on iki yaşında hissetmemek için hiçbir sebepleri yoktu. Ta ki, ikinci zile kadar.
  Geleneksel bayram kahvaltısı için kuzenler arabalara doluşup gelmişti. Bütün apartmanda yankılanıyordu neşeli sesler. Bu arada herkes üzerine düşeni yapmış, kimi bir kiloluk çikolata almış kimi de fırından yeni çıkmış simitleri getirmişti. Çaylar herkesin isteğine göre doldurulup çikolata kavanozu elden ele dolaşmaya başladığında kahkahalar da sokaktan duyulur olmuştu. Ailenin en küçüğünün ağzına zorla iki lokma tıkıştırılıp artık sofradan kalksın diye gözünün içine bakılıyordu. Büyüklerin acilen rahatça sırtını geriye yaslayıp etrafına keyiflice göz gezdirdikten sonra şükretmesi gerekiyordu. Yoksa bütün büyü bozulabilirdi.